Tarihsel olarak askeri teknoloji geliştirmede stratejik ortaklığıyla bilinen Birleşik Krallık, hava kuvvetlerinin geleceğiyle ilgil kararında bir dönüm noktasında duruyor. Soru sadece teknolojik değil, aynı zamanda ekonomik ve politik.
Savaş uçağı üretiminde küresel ağın bir parçası olan ülke, iki önemli seçenek arasında seçim yapmak zorunda: Modern Amerikan F-35A ve İngiltere’nin önemli yatırım ve ilgi duyduğu, köklü ancak eski Eurofighter Typhoon.
Eski, yerel olarak üretilen Eurofighter’ı desteklemek için en güçlü argümanlardan biri, Birleşik Krallık’taki endüstriyel kapasiteyi koruma ve genişletme potansiyeli. Unite liderliğindeki yerel sendikalar, yeni Eurofighter siparişlerinin İngiliz havacılık endüstrisinin geleceği için hayati önem taşıdığı konusunda ısrar ediyor.
Programın durdurulmasının ağır ekonomik sonuçlara yol açabileceğini ve bu savaşçıların üretiminde çalışan 6 bin 500 işçinin işini tehlikeye atabileceğini belirtiyorlar.
Sendikaların öne sürdüğü en önemli argümanlardan biri de bu emirlerin, henüz geliştirme aşamasının erken aşamalarında olan yeni nesil savaş uçağı Tempest’in önünü açacağı yönünde.
Öte yandan, F-35A, daha yüksek maliyetine ve yeni teknolojik taleplerine rağmen, muharebe performansında önemli avantajlar sunuyor. Belçika, Polonya ve Finlandiya gibi Avrupa genelinde yeni sözleşmeler için yapılan rekabetçi ihalelerde tekrarlanan zaferlerine rağmen, F-35 henüz İngiltere’nin kendisinde büyük bir sipariş kazanamadı.
Ancak bu uçağın mevcut Kraliyet Hava Kuvvetleri filosuna entegre edilmesi olasılığı da cazip görünüyor. Soru şu ki, İngiltere, bilindik ve halihazırda kullanılan Eurofighter ile devam etmek yerine yeni bir savaş uçağı sınıfı sunmaya karar verecek mi?
Bu bağlamda, F-35A bir dizi avantaj sunuyor. Beşinci nesil bir avcı uçağı olarak, oldukça manevra kabiliyetine sahip, daha fazla hava-hava füzesi taşıyabiliyor ve İngiltere’nin kısa kalkış ve dikey iniş kabiliyeti nedeniyle seçtiği eski F-35B’ye kıyasla önemli ölçüde daha uzun bir operasyonel menzil sunuyor.
Ancak İngiliz sanayisi F-35B’de olduğu kadar F-35A üretiminde yer almıyor ve bu durum yerel sanayi katılımı ve istihdam potansiyelini etkiliyor.
Ayrıca, yeni Eurofighter siparişi ülkedeki istihdam açısından daha büyük öneme sahiptir. Her 24 uçaklık yeni sipariş için, BAE Systems ve Rolls-Royce gibi önemli İngiliz üreticiler genelinde iki yıl boyunca 26.000 işin desteklenmesi bekleniyor.
Ekonomik belirsizlik ve küresel zorluklar bağlamında, özellikle askeri sözleşmeler için küresel rekabetin yoğunlaştığı bir ortamda, bu işler hafife alınamaz.
Ancak yeni politik gerçeklerin ortaya çıkmasıyla durum daha da karmaşık hale geliyor. Almanya da geleneksel olarak kendi savaş uçaklarını koruyan bir ülke için cesur bir karar olan F-35 satın alımlarına yöneldikten sonra, İngiltere hem politik hem de ekonomik çıkarları dengeleyen bir karar almak için artan bir baskı altında.
F-35’in Körfez ülkeleri dışında önemli bir sipariş alamaması ve Almanya ve İtalya gibi önemli ortak ülkelerin yeni teknolojileri tercih etmeye başlaması, karar alma sürecinin aciliyetini artırıyor.
Ancak tüm bu zorluklara rağmen, endüstriyel destek ve siyasi dinamiklerin yanı sıra çok sayıda uluslararası engelin de varlığı göz önüne alındığında, İngiliz hükümeti yalnızca askeri havacılık açısından değil, ülkenin endüstriyel ve ekonomik yaşamı açısından da çok kapsamlı sonuçları olacak bir kararla karşı karşıyar.
Yerel sendikaların defalarca vurguladığı gibi, bu iki savaşçı arasındaki fark sadece teknik özelliklerinde değil, aynı zamanda yerel ekonomiyi güçlendirme ve endüstriyel açıdan önemli işleri koruma yeteneklerinde de yatıyor.
İngiltere’nin geleceğe bakıldığında, Eurofighter aracılığıyla Avrupa ile stratejik ortaklığına devam edip etmeyeceğine veya risk alıp çok daha pahalı olabilecek ancak onu askeri havacılığın geleceğinin ön saflarına taşıyacak eşsiz teknolojik avantajlar sunan F-35’e geçip geçmeyeceğine karar vermesi gerekecek.
Soru sadece hangi uçağın en iyi olduğu değil, aynı zamanda İngiltere’nin endüstriyel, askeri ve sosyal istikrarı için hangi yolun doğru olduğu yönünde şekilleniyor.
Bulgarianmilitary.com.da yer alan analize göre, sadece ekonomik ve teknolojik yönleri değil, aynı zamanda yeni savaş uçağı tedarik etme kararının arkasındaki stratejik jeopolitik faktörleri de dikkate almak önemli.
Dünyanın önde gelen askeri güçlerinden biri ve NATO’nun kilit oyuncularından biri olan Birleşik Krallık açısından yeni bir savaş uçağı seçimi, hem uluslararası ittifakları hem de iç güvenliği ilgilendiren daha geniş bir stratejik tablonun parçası.
Bir yandan F-35, uçağı halihazırda seçmiş olan ABD, İsrail ve Japonya gibi diğer ülkelerle olağanüstü işbirliği fırsatları sunuyor. Bu işbirliği, modern çatışmalarda stratejik öneme sahip olan operasyonel birlikte çalışabilirliği ve gerçek zamanlı istihbarat paylaşımını garanti ediyor.
Öte yandan Eurofighter Typhoon, Avrupa’nın endüstriyel ve askeri bağımsızlığının bir sembolü olarak ön planda kalmaya devam ediyor. F-35, birincil üretimi ABD’de olan bir Amerikan ürünü iken, Eurofighter, dört Avrupa ülkesi arasındaki iş birliğine dayanmaktadır: Birleşik Krallık, Almanya, İspanya ve İtalya.
Bu iş birliği yalnızca Avrupa’daki mevcut endüstriyel kapasiteleri korumak için değil, aynı zamanda kıtanın askeri güvenliğini güçlendirmek için de hayati önem taşıyor. Programın sipariş alma konusunda son zamanlarda yaşadığı aksaklıklara rağmen, Eurofighter Avrupa’nın tamamen Amerikan teknolojisine güvenmeden kendi askeri yeteneklerini inşa etme ve sürdürme çabalarında hala önemli bir unsur olmaya devam ediyor.
İngiltere’nin F-35’i seçmesi halinde, sadece mevcut çatışmalarda hakimiyeti garanti altına almakla kalmayıp aynı zamanda NATO’nun gelecekteki operasyonel ihtiyaçları ve stratejik ittifaklarıyla tam uyumlu bir platforma yatırım yapmış olacak.
Bir yandan da Eurofighter’ın seçilmesiyle İngiltere’nin stratejik bağımsızlığı güçlendirilebilir; bu sayede hem istihdam hem de askeri özerklik sağlanabilir.
Öte yandan, F-35’i satın alma kararı yalnızca olağanüstü muharebe yeteneklerine yapılan bir yatırımı değil, aynı zamanda uzun vadeli operasyonel ve teknolojik faydalar sağlayabilen Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail gibi önde gelen küresel güçlerle stratejik bir ortaklığı da temsil ediyor. Teknolojik izolasyon ve küreselleşme arasındaki bu gerilim, İngiltere’nin karşı karşıya olduğu kararın merkezinde yer alıyor.