Avi Loeb, diğer insanların onun başına buyruk olduğunu düşünmesini umursamıyor. Durumu şöyle açıklıyor: Çocukken okulda bir gün sınıfa girdiğinde diğer çocukları sıraları üzerinde zıplarken görmüş ve durup onları izlemeye başlamış. Öğretmen geldiğindeyse, bakın Avi’ye ne kadar uslu davranıyor, demiş. Kendisi yakın zamanda bana “Aslında o kadar da uslu değildim” dedi. “Etrafta zıplayıp durmanın anlamlı olup olmadığını merak ediyordum. Herkesin yaptığını yapmıyorum çünkü kendi kararlarımı kendim almak istiyorum.”
O zamandan bu yana geçen 50 küsur yılda değişen pek bir şey olmadı. İlk kez 19 Ekim 2017’de Hawaii’de yer alan Haleakala Gözlemevi’ndeki Pan-STARRS teleskobuyla tespit edilen tanımlanamayan yıldızlararası gezgin Oumuamua, güneş sistemimize girdiğinden beri, başına buyruk tabiri İsrail kökenli Amerikalı teorik fizikçiyi tanımlamak için sıkça kullanıldı.
Harvard Üniversitesi’nde Frank B. Baird Jr. Bilim Profesörü Loeb, bir sonraki yıl cismin gelişmiş Dünya dışı bir medeniyet tarafından inşa edilmiş ipince bir Güneş yelkeni olabileceğini öne sürdüğü bir makale yayımlamasının ardından dünya gündemine oturmuştu. Bu, onu Oumuamua’yı doğal kökeni olan bir cisim olarak nitelendirmeyi tercih eden bilimsel geleneğin net olarak dışında konumlandıran bir görüştü. Üç yılı aşkın bir süre sonra, Extraterrestrial: The First Sign of Intelligent Life Beyond Earth (Dünya Dışı: Dünya’nın Ötesinde Akıllı Yaşamın İlk İşareti) adlı kitabı 26 Ocak’ta yayımlanan Loeb, yaygın görüşe aldırmıyor.
İsrail’de bir çiftlikte büyüyen Loeb, her zaman bilim adamı olmayı düşlememiş ilk başlarda felsefeye ilgi duymuş. Öte yandan, iki disiplin arasındaki yakın ilintiyi rahatlıkla görüyor.
Loeb, bilimdeki büyük keşiflerin bu “geniş bakış açısına” sahip kişiler tarafından yapıldığını düşünüyor. “Alternatif açıklamalar” sunan pragmatik bir yaklaşım öneriyor ve Albert Einstein’ın genel görelilik teorisini, örneğin Karl Marx dahil büyük filozofları okuduktan sonra bulduğuna dikkat çekiyor.
Tüm bunlar taşları yerine oturtup, bizi resmi olarak 1I/2017 U1 şeklinde tanımlanan, daha çok Hawaii dilinde “izci” anlamına gelen Oumuamua adıyla bilinen cisme getiriyor.
Uzmanlar cismi teleskoplardan kaybolmadan önce sadece 34 gün inceleme şansı bulmuştu. Dolayısıyla topladıkları bilgi sınırlı. Oumuamua’nın nereden geldiği ya da kimyasal bileşimine dair çok az şey biliniyor. Tahminlere göre cisim yaklaşık 800 metre uzunluğunda, dairesel ya da puroya benzer bir şekle sahip ve uzunluğu genişliğinin 10 katı. Güneş Sistemi’nin dışına doğru giderken, Pegasus takımyıldızı yönünde ilerleyecek.
Oumuamua’nın tam olarak ne olduğuna ilişkin tartışma, cisim saniyede 87 kilometreden daha yüksek hızla ilerlerken ilk tespit edildiği andan beri hararetle sürüyor.
Loeb bilim camiasını üç gruba ayırıyor. “Gerçekten bilim yapmayan kişilerin oluşturduğu bir grup var” diyen Loeb, şöyle devam ediyor:
Bu kişiler bloglar, gazete yazıları ya da popüler kitaplar yazıyor. Söyledikleriyle pek ilgilenmiyorum çünkü meslekleriyle uğraşan bilim insanları değiller.
Bir de ‘Detaylarla ilgilenmiyorum, aynı tas aynı hamam’ diyen, ana akım camianın çoğunluğunun bulunduğu bir grup var. Bu, onları konfor alanlarında tutsa bile konunun anomalileriyle ilgilenmiyorlar.
Bir de meselenin detaylarına gerçekten dikkat edenler var ve bu detaylar çok sıradışı detaylar.
Güneş Sistemi’ni dolduran çok sayıdaki kuyrukluyıldız ve göktaşıyla kıyaslandığında, Oumuamua net şekilde müstesna bir cisim. “Kuyruğu yoktu” diyen Loeb, şöyle devam ediyor:
Fakat oradaydı işte, bir çeşit kuvvet tarafından Güneş’ten uzağa itilmişti. Bu kuvveti neyin sağladığı tam olarak belli değildi ve uç bir geometrisi vardı. Cismin büyük ihtimalle düz olması da dahil ortaya çıkan birkaç anomali sözkonusu ve bunu doğal bir kaynaktan geldiği şeklinde izah etmeye çalışıyorlar.
Ana akımda yer alan bilim insanları, bunu yapmak için Loeb’in tuhaf olarak nitelendirdiği teoriler ortaya attı. Örneğin, bazıları saf hidrojen içerdiği için cismin kuyruğunu göremediğimizi, dolayısıyla aslında kuyruğun var olduğunu fakat şeffaf olduğundan gözle görülmediğini öne sürdü. Ancak hidrojen buzdağı hareket halindeyken hızlıca buharlaşacağı ve bu yolculuğa dayanamayacağı için Loeb bu teorinin sorunlu olduğunu düşündü.
“Bir de cismin, Güneş ışığını yansıtan ve sonra da itilen bir toz bulutu olabileceği iddiası var” diyen Loeb, sözlerini şöyle sürdürdü: “Aynı şekilde, buna da dayanamaz çünkü bu durumda cismin yoğunluğunun havadan 100 kat daha az olması, yani tüy gibi yumuşacık olması gerekir.”
Loeb, Oumuamua’yı harekete geçirmiş olabileceğini varsaydığı teknolojiyle çarpıcı benzerlikler taşıyan bir teknolojiyi kullanarak, 4,37 ışık yılı uzaklıktaki Alpha Centauri’ye bir uzay aracı göndermek gibi -içinde bir Güneş yelkeninin de yer aldığı- iddialı bir projesi bulunan Breakthrough Starshot’ın danışma kurulu başkanlığını da yapıyor.